22 Aralık 2010 Çarşamba

Sevgiliden Sevgili Bir Mefküre Vardır...

Atsız'ı delidolu romanlarıyla tanıdım Ortaokulda. Önce Deli Kurt, Sonra Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor. Daha sonra Ruh Adam. Sonra Atsız'ın şiirleri...
Bizi Türk tarihinin başladığı zamanlardan günümüze taşırken tek bir kaygısı vardı: Türklerin kahramanlık ruhunu kaybetmemesi. Atsız okuyup ta kafasından yüzlerce kahramanlık senaryosu geçirmeyen genç var mıdır? Atsız okuyup ta Kürşat ihtilalinde Çinliye kılıç çalmayan var mıdır? Almıla'ya, Gökçen'e, Ay Hanım'a, Güntülü'ne tutulmayan var mıdır? Urungu ile beraber dört nala ölüm uçurumuna at sürmeden olur mu? "Ayın bahtı karanlık, Urungu'nun karadır" mısralarıyla gözü nemlenmeden olur mu? Hiç olur mu Gökçen kızın ağulu gözlerine bir kere bakmayı hayal etmemek? Deli Kurt'un yanında düşmanın arasına kurt gibi dalmadan olur mu? Budunun dirliği için acı ölüm ağusunu gülümseyerek içmek ve uçmağa varmak bir sevgiliye kavuşur gibi... Asla eğilmemek, bükülmemek ve her daim dik yürümek. İnönü'ymüş, Musollini'ymiş kaç yazar? Atsız'san eğer hesapsız yürürsün bildiğin yolda. Aç kalmak ve kimsesiz kalmak bahasına... Onca yalnızsın ki "bir kemiğin ardından saatlerce yol giden/itler bile gülecek kimsesizliğimiz" mısralarının kendin için yazıldığını bilirsin.

Atsız hiç yuvarlak cümleler kurmadı, her kelimesi köşeliydi. Hasılı zordur Atsız'ı hazmetmek. Her fikrine katılmayabilirsiniz. Ama eğer yiğitliğin bir anlamı varsa lügatınızda Atsız'ı sevmek zorundasınız. Atsız sevgisi bir mecburiyettir millet için çarpan yüreklerde.

Atsız Türk tarihini kişiliğinde buluşturan bir yiğittir. O yığitler ki soyları tükenmeye yüz tutmakta... Yiğit adamlar güzel atlara binerek uçmağa varmakta... Sakarya Üniversite'sinde Atsız'ı öğrenci arkadaşlarla paylaşırken söylediklerimin özü de bu idi zaten...

Diz yere vuruyorum! Dokuz kere!

Hiç yorum yok: