1 Nisan 2009 Çarşamba

"Ben Seni Görmeden Ölmem, Ölmem: Kızılelma!"

Üstte: Rize-Ziraat Tepesi... Bayrağımız en nazlı haliyle dalgalanıyor, o da ben de mutluyuz... "Üstümüzden Eksilmesin Ay-Yıldızın Gölgesi"... Kızılelma ufuklarını arıyoruz....


Üstte: Bakü-Azerbaycan... Bir çok ünlü kişi arasında Xalilrıza Ulutürk'e rastlıyorum. Soyadının hakkını vermiş bir alim. Rahmetler diliyorum. Kızılelma her yerde yüreklere har düşürür...


Üstte: Kırgızistan... Tanrıdağlarında bir soluklanma yaylası... Zamanın süzüleceği bir demdeyiz... Damarlarımızda Manas'ın yiğitlerinin kısraklarının toynaklarından çıkan kıvılcımların tutuşturduğu kahramanca bir sıcaklık dolaşıyor... Kızılelma, en Doğu'nun doğusundan, en Batı'nın batısına, bir yerlerde tutuşmuş yüreklerden yeni kahramanlık türküleri bekliyor...


Üstte: Adapazarı... Türk Dünyasının her bucağından kardeşlerimizle bir lahzayı ölümsüzleştiriyoruz tarihe bir tebessüm bırakmak niyetine... Makedonya, Azerbaycan, Kazakistan, Doğu Türkistan, Kırgızistan bir iftar sofrasında "Elhamdulillah" diyor... Hamd-ü Sena... Kızılelma, biz buradayız... seni yüreğinde taşıyan çocukların...

Üstte: Sakarya Üniversitesi- Bir Ergenekon'dan Çıkış Günü...21 Mart, Nevruz... Türk Dünyasının her köşesinden kardeş çiçeklerin oluşturduğu çelengin içine düşüyoruz... "Ben seni görmeden ölmem ölmem, Kızılelma"...







Yakınlara zaman vardır, uzakları ve öteleri görmek istersin daha çok... Artık senin olmayan ama sana çok şey söyleyecek yerleri... Niçin? Cevapsız bir sorudur... Yüreğindeki kıpırtılar, yüzündeki hüzündür cevabı... Bizim yollarımız bize en çok hüznü bahşeder... Yıkık kervansaraylar, dökük kubbeler, silik hatlar, kısık sesler, savruk hatıralar, karmaşık duygular, isyana durmuş yürekler, pişmanlığa ebedi mahkümiyet... ve bunların toplamından hüzün doğar sadece... Kosova hüzündür, Mostar hüzün... İsfahan hüzündür, Semerkand hüzün... Kerkük hüzünün isyanıdır, Balkanlarsa gafletin utancıdır baştanbaşa... Uzak yerlerde sesime ses verenler vardır, Kazan vardır, Ufa vardır... Yemen en acıklı türkülerimin çığlığıdır... Basra, Bağdar, Filistin, Lübnan buğulu gözlerimdeki flu resimlerdir... Kaşgar, Turfan, Hotan uzakların da uzağında çaresizliğin adıdır... Babür'ün Delhi'si, Kabil'i şimdi başka iklimlere açan çiçeklerdir... Şah İsmail'in Tebriz'i Meşhed'i kardeşlkiğe düşen fitnenin ağıtıdır... Nadir Şah'ın Astarhan'ı uluğ Türkistan'ın düşüşünün ilk adımı... Daha nice izler vardır, günyüzüne çıkmayı bekler... Hocam Yesevi'nin, Hacı Bektaş'ın torunlarının sahipsiz mezarları Balkanlar'ın ucra dağbaşlarında ebedi tevekküle durmaktadır... Otranto'da bile yarım kalmış hayaller yapışır yakamıza... Viyana'da heykellerin ayakaltı nesnesine dönüşmüştür bedenim. Binbir parçaya bölünmüştür bedenim: Özbek, Azer, Türkmen, Uygur, Tatar, Kazak, Karapapak, Yakut, ve daha neler neler...Kırım'da Ahıska'da sürgün çiçeğidir adım. Mezar'i Şerifte yoksulluğun soğukluğunu yaşarım. Mekke'de izlerimin üstüne Hilton gölgesi düşer... Mısır, Tunus, Cezayır, Libya ayrı tellerden çalan saza dönüşür... Kurtbeyin torunları Kürt diye hasım bilinir artık...Yenisey kardeşliği emperyal kalleşliğe dönüşür bir anda... Atlarımı suladığım nehirler "vize" diye kapı kapatır yüzüme... Almanya'da İskandinavya'da "en alttakiler" olmuştur adım... Vay be ki ne vay! Vah ki ne vah! nehirlerim küskün akar... Seyhun Ceyhun takatsızdır, Tuna kirli gözyaşı... Yine de bir umut var: "Ben seni görmeden ölmem ölmem, Kızılelma!"

Hiç yorum yok: