12 Mart 2009 Perşembe

Ayakizleri Yüreksızısı Oluyor İlkokulumda...

Gürdere köyü ilkokulunun önündeyim, Ağustos 2008. 1970-1975 yılları arasında 5 çok mutlu yıl geçirdim burada. Güzel öğretmenlerim oldu. Hepsiyle ilgili apayrı hatıralar saklıyorum gönlümde. Ama, ille de Mehmet AKTAŞ öğretmenim düşüyor aklıma. Hala sesiyle ve sözleriyle yüreğimi ve beynimi şeklillendiren idealist öğretmenim... Sonra cıvıl cıvıl çocuk bağırtıları, çığlıklar, kahkahalar, şiirler, türküler, küfürler, ağlamalar... Yokluğun ve cehaletin ortasında çocuk umursamazlığıyla hayatın tadını son zerresine kadar çıkardığımız başıbozuk ve keyifli yıllardı. Babamın işi, annemin bahçesi-tarlası için harcadığı vakitten çocukların payına pek bir şey düşmezdi. O halde ver elini özgürlük, ver elini yaramazlık... Dağlar, ormanlar, dereler, tepeler, toplar, çelik çomaklar, kavgalar, küfürler hep bizim.

Köyümüz kışları neredeyse boş artık. Bir kaç evin yorgun tüten bacası ve kesik ve cızırtılı ezan sesinin ötesinde pek bir hayat belirtisi yok kışları. Uğranılan evlerde yaşlı yürekler beyhude geçen hayatın kendilerinden alıp götürdüklerine sızlanmakta genelde. Kambura durmuş sırtlar ve başörtüsü altından dökülen ak saçların gölgelediği kırışmış yüzler her şeyi özetliyor zaten. Gurbet artık sıla olmuş veya her yer gurbet olmuş Karadenizli için. Boşalan köyden en büyük vurgunu da okulumuz yemiş besbelli. Şimdilerde "taşımalı" sisteme dönüldüğü için "metruklaşan" bu okul bimlerce yüreğe ev sahipliği yaptığı yoksul zamanların hüznüyle malül. Bu hüzün farkında olmadan benim yüzüme de konuvermiş bir çatışkaşlılık halinde... Yaş 40'ı ayaklarının altına alınca hayat çatık kaşlılaşıyor çokça... Mutlu günlerin bedelini talep ediyor gibi... Hüznümü "pey" olarak öne sürüyorum... Ödeştik işte...

Hiç yorum yok: