23 Ekim 2012 Salı

1947 SONBAHARINDA PARİS ÇÖPÇÜLERİ SEN KENARINDA BİR CESET BULURLAR....BUĞRA ALPGİRAY VE PARİS AKŞAMLARI ŞİİRİ...

Önce üstteki fotoğrafa ilişkin bir not düşeyim: Kırım-Bahçesaray'da eserleri ve usul-i cedid mektebleri ile bütün Türk Dünyasını aydınlatan İsmail Gaspıralı rahmetlinin temsili mezarı başındayız. Temsili zira Sovyetler sadece diri Türkçü aydınlara değil ölülerine de musallat oldu. Mezarları eserleri yok edildi. Bütün şehit, sürgün ve mazlumlara Allah rahmet eylesin... 

Esas meramıma geçeyim şimdi...

1947 sonbaharında Paris çöpçüleri Sen Nehri kenarında bir ceset bulurlar. Cebinden çıkanlar arasında bir şiir de vardır. Anlaşılır ki 1944 Kırım Sürgününden kaçan binlerce Kırımlı'dan bir tanesidir... Kaçabilen Kırımlılar Avrupa'ya gitmiştir. "Türkiye'ye niçin gelmediler?" diye sormak abestir. İktidarda milli şef İnönü vardır. Kazaran Türkiye'ye sığınanlar olsa dahi hemen Sovyetlere teslim edilip ölüme gönderilmektedir. O dönem Azerbaycanlı sığınmacıların başına gelenleri bir başka zaman anlatırım. Dahası tam da o yıllarda Türkiye'de adeta bir komedyaya dönüşen "Türkçülük Turancılık" davası vardır ve Atsız başta olmak üzere Türkçüler sırf "esir Türklerden" söz ettikleri için yargılanmaktadır... Maksat Stalin'e yaranmaktır...

Şimdi vatanınızdan binlerce kilometre uzakta ve yapayalnız bir yaban şehirde olduğunuzu düşünün. Şehrin adının ne önemi var? Paris olsun Londra olsun, fark etmez! Yurdun, ailen, geçmişinden koparılmışsın nihayet. Bir daha kavuşmak imkanı da yoktur... Neler hissederdiniz?
PARİS AKŞAMLARI

Bu kent her şeyiyle bana yabancı
Caddeler, binalar, bütün insanlar…
Öyle hasretim ki ezan sesine
Ararım çevremde minare, cami
Lakin takılırım çan kulesine
Her semtin muhteşem kilisesine
Yâd el elemleri sarar içimi
Uzaklarda yurdum! Buradan çok uzak

Her mevsimi güneşli, masmavi göklü
Camili, kubbeli, kümbetli, köşklü
Ozanlı, garipli, kervansaraylı
Hele insanları: Alpli, Giraylı
Yok haber onlardan, baba evinden
Bu yüzdendir halim, kopuk bir yaprak
Her şey çok uzakta benden, çok uzak.

Gözlerim daima engine dalar.
İsterim ki her an, ana yurdumda
Dağları dumanlı yaslı Kırım’da
Duvarında mavzer ve Kur’an olan
Ata ocağında, bizim konakta
Bir bakır sinili sofra başında
İftar beklenilsin, dua edilsin
Ve sessiz sedasız yemek yenilsin,
Sonra şadırvanda abdest alınıp
Hep birlikte teravihe gidilsin.

Uyansam her sabah ezan sesiyle
Görsem Ayşeciği su testisiyle
Ninemi yaşmaklı, namaz kılarken
Dinlesem dedemi, Kur’an okurken
Başımı huşuyla yastığa koysam
Sonra toparlanıp yola koyulsam
Yahut günün şavkı vururken camdan
Heybetli sesiyle çağırsa babam
Anam da, “kalk yavrum, aslanım” dese
Tutup elleriyle omuzlarımdan
O müşfik haliyle sarılsa, öpse.

Semaver kaynarken ocak başında
Dünya Türklüğünden, Türk tarihinden
Bozkurt’tan, Turan’dan söz etse dedem
Sonra Türklük için etse de niyaz
Gözlerinden akan yaşını görsem

Evet! Yurdum uzak, burdan çok uzak,
Bir ferahlık yahut bir şevk umarak
Düşerim yollara akşamüstleri
Böyle çaresizim, yıllardan beri
Her zamanki gibi yorgun ve bitkin
Artırıp yükünü hasta kalbimin
Her an heyecanı gözlerimde yaş
Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaş
Dolaşırım Paris caddelerini
Yorgun akan Sen’i, köprülerini

Bir karakış vakti, Sen kıyısında
Kafamın içinde TÜRKLÜK ÜLKÜSÜ
Ruhumu kavuran yurt hasretiyle
Böyle göçeceğim ebediyete
Donmuş cesedimi bulup çöpçüler
Defnedilmek üzere götürecekler
Kimim ben, neyim, ne bilecekler…!
Buğra ALPGİRAY-1947 Paris.


Hiç yorum yok: